Yaklaşık alarmı kurduğum telefonum 30’uncu kez çaldığında (ki bu takribi 174 dakika tutuyor) artık uyanmaya karar veriyorum. Ve hayretle yetişmem gereken derse 1 saat geciktiğimi fark ediyorum. Aslında suç benim değil.
Çok uzun bir süreden sonra bir önceki gün derse gitmek üzere kendimi hazırlayıp erkenden yatağıma girmiş ve hafif hafif uykuyla flört etmeye başlamıştım.
İste o anda gecenin ilk garipliği yaşandı. Terliklerimi kapının orada gördüm. Canim ne var bunda demeyin; terliklerimin sağ teki solda, sol teki ise sağdaydı. İste buna katlanamazdım ama katlanabileceğimi düşünüp kafamı diğer yöne çevirdim. Olmadı, olamadı ve 10 dakikalık bir bocalama sonrası mayışmış vücudumu zor kullanarak kaldırdım ve ellerimin terlikleri çevirmesini sağladıktan sonra kendimi yatakta uyku ile öldürmeye karar verdim.
Zaman geçmeye devam ediyor bense uyuyacak yerde hayaller yaratıyordum, çok yaratıcı oluşumu uyuma anında anlamak zorundaymışım gibi önce bir gurup şirin, pamuk helva kıvamında kuzucuk gördüm. Ve ne hikmetse bir de çit. Daha da ilginci bu kuzucuklar çiti görünce delirip üstünden atlamaya başladılar, ama hayır burada ilginç olan kuzuların delirip çitin üstünden atlamalarından ziyade her atladıklarında çitin üzerindeki skor board(!) dan garip bir boang sesi gelip ileri doğru isleyen bir sayacın çalışmasıydı. Bu gariplikler içerisinde kuzucuklardan birinin bana pis pis sırıttığını fark ettiğim an sanırım uyumak üzereydim ki, bir Japon kamikaze pilotu beynime doğru bir pike dalışı yaptı. Evet, yine o an tekrar etmişti ve kendini bilmez, kana susamış, kendisi küçük ama pisliği büyük bir sivrisinek benim davetkâr ve kendimi savunmaktan aciz alyuvarlarımı kendine hedef seçmiş ve başlangıç noktası olarak kulaklarımı seçmişti. Tamam, mümkün. Bu da onun yasam seçimi ve bunun için onu suçlamam yanlış ama neden simdi de neden on dakika sonra değil ve neden kulağım. Canhıraş sonuna kadar açık ağzımı kapayıp yüzükoyun dönüyorum ve telaşla kaçışan kuzucukları geri çağırıp skor boardı işletmeye devam ederken başımı komple örtünün altına sokuyorum. Ama ne çare ki tüm vücudumu sarıp bana şefkatle sarılan örtünün gereksiz abartısı yüzünden terlerken ve inatçı sineğin dışarıda “bakalım ne kadar süre orada kalacak” diye beklediği bir ortamda haliyle kuzucukları hadi canim evinize diyerek kovalayıp, sevgilim durumundaki örtüyü terk ederek ışığı yakıyorum. Neredeydi su benim gazete, bakalım sinekçik dünya haberlerine karşı duyarlı mıydı? Bunu görmeliydim.
Aslında sinek duyarlı gibi görünüyordu fakat ben bir türlü bunu göremiyordum. Tam göz hizamdan uçan sinek gözümdeki siyah noktalar arasında bir an kayboluyor daha sonra sanki bir saka yapar gibi gelip gözlüğüme konuyordu. Benim bir muhabbet kuşu vardı konsun diye sürekli uçmasını sağlardım O’ da yorulunca mecbur bir yerlere konardı bende rahatça onu yakalardım. Fakat mübarek sinek durumun böyle olduğundan sanırım bihaber uçtukça uçuyordu. Ama ama oda ne?? Bu bir tane değil kardeşleri de burada bunun. Siz ne zaman çoğaldınız yahu? Yoksa mitoz falan mı yapıyordu sinekler benim mi haberim yok. Teker teker gazeteyi okutmaya başlıyorum kültür meraklısı sineklere. Al diyorum bunu benim için oku, al bunu da bu yolda şehit düşmüş kardeşlerin için oku. Onlar sıkılmıyor okumaktan ama ben tam bunalmak üzereyken kültür elçiliğimin sona erdiğini anlıyorum çünkü en karanlık noktalardan bile artık şakacı bir sinek çıkmaz olmuş durumda. Tamam, artık uyumak için her şeyim hazırdı. Kapımın önünde hizaya girmiş terliklerim ve duvarımın manzarasına dâhil olmuş on sinek. Daha ne isteyebilir ki insan uyumak için ama ben bir şeyler istemek kesinlikle yanlış olur ve de ayıp düşüncesinden hareketle usulca sıcağını kaybetmiş yatağıma kur yapmaya ve yaklaşmaya başlıyorum. Ani bir hareketle üstüne zıplayıp içine giriyorum ve göz kapaklarımı ağırlaşıp çökmeleri için ikna ettiğim an zilin attığı çığlıkla uyuma vaktinin henüz gelmediğini anlamış oluyorum. Evde yokmuşum gibi davransam kapıdaki yer miydi acaba? Hayır, saat 23.45 bu saatte bir problem olabilir sanki problemler bu saate endeksliymiş düşünceleri arasında bocalarken kapıyı açıyorum.
Kapıda yan komsunun menopoz tursusu kızları ve onun Kavanoz gözlü kardeşi, bana gülümseyerek bakıyorlar. Yanlış geldiniz sizin kapı yan taraf deyip kapıyı kapamak üzere iken sıfatı menopoz kız kapıyı tutup “Çok komiksiniz Umut Bey” diyor. Gülümsüyorum fakat gülme sebebim kızın bana bildiğim bir şeyi hatırlatmasından ziyade kapıma kendisinin muamelesi yapması oluyor. Bilinç kelimesinin kavramının bilincinde olduğundan kuşku duyduğum kız saatin bilincinde olduğunu söylüyor fakat Kavanoz gözlü kardeşinin yarına çok önemli bir sınavının olduğunun ve bu dersi veremezse sınıfta kalacağını söylüyor. Herhalde üniversite düzeyinde birini gösterip nasihat almak için ban geldiklerini düşünme gafletinde bulunurken uyarı Kavanoz gözlüden geliyor:
— Abi annem senin beni çalıştıracağını söyledi.
Bu cümledeki gariplik bana biraz garip geldi. Ama tam anlayamadımsa da çıkardığım suydu: ailecek oturup konuşmuşlar ve beni nereden tanıdığını çıkaramadığım bir anne benim bu isi kesin olarak yapacağımı ve bunu yapmak için bu saati seçeceğim fikrine varmış. Menopoz abla son sözü söylemenin endişesi ile:
— Sizin gibi balık burcu bir insanın zaten hayır demeyeceğini biliyorduk.
Ortaya bu lafı edip kardeşini bana terk edip gidiyor. Buyur bakalım diyerek adinin Ali olduğunu itiraf eden Kavanoz Ali’yi içeri çağırıyorum. Kavanoz kavanoz ortalığa bakıyor ve:
— Ortalıkta bayağı karışıkmış, bari sıcak bir çayın vardır inşallah; diyor ablasından aldığını tahmin ettiğim samimi münasebetsizliğiyle.
— Sen otur benim bir isim var, deyip odama gidiyorum. Neredeydi su kitap. Ah! İşte buldum. “Ne zaman hayır demeli”. Kitabin son sayfasında notlar bölümü var. Açıp yazıyorum. Saat 23.45’te. Artık hazır siyilirim ama neye diye sorma ben bile bilmiyorum. Çayı koyup Kavanoz Ali’nin yanına geçiyorum.
— Konu nedir? Anlat bakalım, diyorum ve iste cevap:
— Ben değil sen anlatacaksın.
Evet, çocuk espri küpü belli ama bana neden espri yapma ihtiyacı hissediyor anlamadım. Ufak bir söz düellosundan sonra pek çok noktasından yara alan Kavanoz Ali konusunun fizikte momentum olduğunu söylemek zorunda kalıyor. “Ya konu güzel ve bayağı derin eyvallah ama ben iktisatta okuyorum yahu bir düşünmediniz mi bu kısmı?” gibilerinden bir soru sorma gafletinde bulunduğumda arkadaş ne biçim bir üniversiteli olduğumun tartışılmasını ister gibi suratıma bakıyor ama bilmiyor ki üniversiteye giden illaki her şeyi bilmek zorunda değil. Ama kime anlatacaksın ki bunu. “Kitabini ver” diyorum “Sende kaynak yok mu?” diyor. “Defterin nerde?” diyorum “Ben not tutmam” diyor. Sen neden okuyorsun yahu diyeceğim ama sorunun ne manaya geldiğini bile anlamayacaktı bundan emindim. Sonunda Kavanoz Ali’yi evine gidip bir iki ise yarar not araması için yolluyorum ve neden bilmem İzmir’den taşıdığım lise kitaplarımı karıştırarak not aramaya başlıyorum. Su halimi görse annem benle gurur duyardı yahu. Baksanıza gece yarısı olmuş ben oturmuş kitap karıştırıyorum.
Kavanoz tekrar geliyor ve tekrar kendi evi kıvamında koltuğuma yerleşiyor. Başlıyorum anlatmaya, bak diyorum bu fizik bu moment sen bu ikisini iyi kullan belki hayat boyu yarar bir şeyler bile çıkabilir sana bu konudan. Saat gece bir oluyor ve anlattığım yere kadar olan kısımdan Kavanoza soru soruyorum fakat soru soran kendisi misali cevap vermem için bana bakar buluyorum Ali Efendi’yi. Ulan Kavanoz diyorum içimden ve yüksek sesle devam ediyorum “nereyi anlamadın?”. “Sen bir şey anlatamadın ki” diyor Kavanoz ve de yüzsüz Ali. “nereyi anladın o zaman” diyorum. “E dedim ya sen anlatamıyorsun” seklinde yüzsüzlüğe devam ediyor ev sahibi Ali Efendi. Zaman ilerliyor ben anlatıyorum ve Ali sözünün eri olduğunu kanıtlamak istercesine anlamamakta ısrar ediyor. Saat üç oluyor gece gözlerimi yakar olmuş durumda. Sonunda garip bir şeyler oluyor ve Ali sorular sormaya başlıyor.
-Abi sizin okul güzel mi ya?
-Evet.
-Kızlar güzel mi?
-Sana ne?
-Yani bende yakında üniversiteye başlayacağım ya ondan diyorum.
-Sen üniversiteye başlayamazsın.
-Neden ki be?
-Her geleni almıyorlar içeri.
-Seni almışlar ya
-.........
-Soru sorduk değil mi?
-Sen konuyu anladın mı çocuk.
-Ayıp oluyor ama ben çocuk muyum yahu?
-Doğru aslında çocukları aşağılamak olur.
-Nasıl yani?
-Yani diyorum ki saat 3,45 anladığın bir şey oldu mu?
-Ya abi boş ver ya simdi dersi muhabbet edelim biraz.
-Evet haklısın. Boş verelim dersi. Hadi bakalım toplan yarın sana sınavında başarılar dilerim.
-Ama abi bak ama ama...
-Yok, abi mabi. Hadi canim. Aileni eve girer girmez uyandır ve selamımı söyle. Dersimizin çok başarılı geçtiğini söyle. Ama bu gece ve bu saat içerisinde söyle. Kendine iyi bak. Görüşmemek üzere inşallah.
Evet, sonunda yüzsüz ve Kavanoz Ali ikilisini postalamayı başardım. Öncelikle zilimize bir kâğıt parçası tıkayarak çalmasını engelliyoruz. Ortalığa sinek ilacı sıkıyoruz. Terliklerin hepsini gözden geçiriyoruz. Tam zamanı deyip yatağa atlıyoruz da ocağı kapattım mı ben yahu? Tekrar kalkıyoruz ocağımızı kapattığımızı görüyoruz. En yakındaki duvara kafa atıyoruz. Ezanla beraber derin bir uykuya dalıyoruz.
Ve sonunda telefonumun alarmına pes edip uyanıyorum. Tam o anda sanki uyandığımdan haberleri varmış gibi birileri kapıma vurmaya başlıyor. Uyku sersemi ve hala yaşadıklarından bir ders almamış biri olarak kalkıp, kapıyı açıyorum. Ah! Tam da beklediğim kişi. Menopoz abla. Daha ben bir şey söylemeden menopoz abla söze başlıyor.
Kardeşi sınavdan çıkınca kendisini aramışmış. Ağlayarak konuştuğu için yüreği yanmışmış. Yaptığımı beğenmiş miymişim? Kardeşinin geleceğiyle oynamışım. Hep yanlış şeyler öğretmişim. Bu yüzden kardeşi sınavda basarisiz olmuş. Bir dahaki sefere kardeşini çalıştırdığım zaman daha dikkatli olmalıymışım, gece uyandırıp dersin iyi geçtiğini söylediğinde çok sevinmişlermiş ama simdi aslında durumun gece kardeşinin anlattığı gibi olmadığını anlamışlarmış, falanmış filanmış deyip gidiyor beni yalnızlığım, uykusuzluğum ve birazda şaşkınlığımla yalnız bırakarak.
Kafama takılan kısım Kavanozun gece ailesini uyandırması değil de ablasının söylediği bir dahaki sefer lafı oluyor. Nasıl yani bir daha? Banyoya gidiyorum. Uzunca süre suratıma su çarptıktan sonra aynada kendime bakıp gülümsüyorum. Bugün mükemmel bir gün olacak.